Wednesday, December 29, 2010

2011 Gelse de Girsek

Efendim öncelikle söylemeliyim ki yeniyıl olayının geneli boktan bir durum. Her yıl aynı şeyi yapıyoruz, aynı doğumgünleri, bayramlar, seyranlar, sevgililer günleri, altın günleri, elektrik teknisyenleri odası toplantılarında olduğu gibi. Tek elle tutulur yönü var; bu da insanları, daha doğrusu sevdiğimiz insanları bir araya topluyor ve hoş sohbetle vakit geçirmemizi, eğlenmemizi sağlıyor.

Şimdi yeniyıl hazırlıklarının, hayatımıza etkilerinden, daha doğrusu hayatımıza olumsuz etkilerinden bahsedeceğim. Öncelikli olarak, etrafta türlü türlü şaklaban noel babalar görmek benim feci şekilde canımı sıkıyor. Daha önce yarışmalarda Michael Jackson taklidi yapan insanları dövmek için toplandığımız timimizle, bu sefer de noel babaları gördüğümüz yerde tartaklamak için anlaştık, şimdi karşımıza noel babaların çıkmasını bekliyoruz. Efendim ikincisi bu hediye olayı canımı sıkıyor. Hoş ben kimseye yılbaşı hediyesi almam ama eğer bir sevgilim olsaydı ve kızların %98'inin yeterli akla sahip olmadıklarından dolayı hediye almak zorunda kalacaktık. İsmi özel kendisi sikko olan bu günlerde kız arkadaşım olmadığı için az da olsa kendimi özel hissediyorum. Bu hediye konusunda kafamı en çok kurcalayan şey de kırmızı don geyiği. Herkes kırmızı dondan bahsetmese olmayacak değil mi. Hem siz kırmızı dondan bahsedince, sevgiliniz ya da bir başkası size kırmızı don alınca sürekli sevişen biri olduğunuzu belli ediyorsunuz di mi? İşte benden size koca bir NAH. Üçüncüsü bu yılbaşı ağacı olayı tamamen saçmalık. Ağaç süsleyeceğinize bana 2 kilo portakal alın, eminim ki daha makbule geçer. Taksim fortçularına, yeniyılda tombala oynayan ruhen kendini 380 yaşında hisseden insanlara hiç girmeyeceğim bile.

Ben böyle konuşuyorum ama yeniyılın sevdiğim kısımları da var, daha fazla da olabilirdi. Kafa siken bir caddenin yerinde, sessiz sakin bir yerde triplex bir evimiz olsa ne güzel olurdu. Hafif kar yağışı altında yeniyılın gelmesini beklemek de hiç fena olmazdı. Ya da ben fazla film izledim, neyse siktir edin. Benim için yeniyılın en önemli olayı ise, yeni bir seneye hep aynı şekilde girmek. Kuzenimle hey you dinleyerek giriyoruz yeniyıla. Bu bir gelenek oldu artık, bir aksilik olmazsa da devam ettireceğim. Şimdi sen bu şarkıyı neden dinliyorsun, malita ayağımı lan göt, aa allahsız diyenler çıkabilir ama baştan söyleyeyim ki bu sadece bir gelenek. Sikko bir şey olabilir, ama napalım böyle yani. Sevgilim falan yok yani ama benden etkilenen, bana mesaj atan herkesi de sevme ihtimalim var. Bunu da unutmayın derim, tabi eğer okursanız sevgili bayanlar.

Neyse, daha fazla uzatmaya gerek yok, acısıyla tatlısıyla yenibii... Şaka lan şaka, yeniyıla da koyayım, eskiyıla da, size bir şey olmasın. Her yıl olduğu gibi bu yıl da büyük ikramiyeyi tutturacağım çeyrek biletimle, playlistimde hey you ile 2011'i bekliyorum. E artık 2011 gelse de girsek.

Monday, December 06, 2010

Kedi gibi bir insanım

3-4 aydır dünyamın, geçmişimin, yakın geleceğimin amına koyan hastalıktan bahsedeceğim. Daha ayrıntılı bilgi vermek istiyorum. 5 ay önce otobüs yolculuğu esnasında fark ettim ilk belirtilerini. 2010 yılında hala tuvaleti olmayan bir otobüste -ki bu otobüs ulusoyun bir otobüsüydü- 5 saat süreyle otobüsü sürekli durdurup, tuvalete gitme isteği belirdi içimde, fakat tuvaletimi yapmıyordum. Neyse öyle böyle geçiştirdim o zaman. Bir kaç hafta sonra evime dönüp normal hayatımı yaşamaya devam ettim. Dışarı çıktığımda aralıklarla tuvalet ihtiyacı oluyordu içimde fakat o kadar yoğun olmuyordu. Bazen kramplarla beraber sıklaşıyordu ama, otobüsten, minibüsten inip eve taksiyle gitmek zorunda kalıyordum. Fenerbahçe - Beşiktaş maçının olduğu gün Taksim'de arkadaşlarla maçı izleyecektik. Evimden 1 saat uzaklıkta bir yere gittiğim için istemeden tedirgin olmam bu hastalığın etkilerini vücudumda göstermeye başladığını gösteriyordu fakat ben o zaman bu hastalıktan bihaberdim. O gün 10 defa otobüsten inip geri dönmeye karar verdim fakat bu kararları uygulamayıp Taksim'e geldim. Maç esnasında pek bir problem olmasa da eve dönüşümde tramvayda lütfen lütfen altıma kaçırmayayım diye garip garip hareketler yapıyordum. Tramvaydan indiğimde taksiyle eve dönerken ise gayet rahattım. Neyse okulun başlamasından 1 hafta önce midem tekrar tuhaflaşmaya başladı. İshal mi olacağım falan dedim, leblebi, kola gibi şeyler yedim fakat alakası yoktu. Doktora gittim, o zamanlar yurtdışından bakterili etler gelmesi geyiği vardı. Benim de öyle bir durumla alakalı olarak rahatsız olabileceğimi söyledi. Karnımı dinlediğinde ishal olmadığımı söylüyordu. Lan sikik bunu zaten biliyordum demek istiyordum fakat demedim, yine de hastalığım hakkında bir şey söyleyemiyordu.

Daha sonra okul açıldı. Böbrek problemim ortaya çıktı. Bilen bilir, daha önce böbrek taşı ameliyatı olmuş biriyim. İlk 2 gün derslere girdim fakat tanışma geyiği olduğundan ya hocalar gelmiyordu, ya da 10 dakika sonra ders bitiyordu. Bu zamandan sonra yoğun olarak hissetmeye başladım hastalığı, okula gidemiyordum. Böbrek hastası da olduğum için böbreğime ve karnıma çok şiddetli ağrılar giriyordu. Fakat böbrekle alakalı değilmiş bu durum. Tekrar aynı doktora gittim ve bu sefer bir antibiyotik verdi. Tabi yine hiçbir sike yaramadı. Dahiliye uzmanına gitmeye karar verdim. Doktora gidip derdimi anlattığımda öntanıda dispepsi yazıyordu. Doktora gitme günüm Cuma günü olduğundan bana 10 gün sonra Pazartesi gününe ultrason verdiler. Bu 10 gün içinde internetten hastalıkla ilgili bilgi edinmeye çalıştım fakat bu sadece benim kendimi daha kötü hissetmeme sebep oldu. Siz siz olun internette yazılan her şeye inanmayın, çünkü bir insanda olan her şey sizde de olacak değil. Düşünün ben bir ara kolon kanseri olduğumu zannediyordum. Bu yüzden bir de panik bozukluk durumu çıktı bünyemde. Neyse 10 gün sonra ultrasonda bir şey olmadığını ve stres kaynaklı, kendimi bir şeye üzmemden dolayı olabileceğini düşünüp 4 ilaç ile beni eve yolladı doktor. 1 ay ilaçları kullanmama rağmen tam olarak geçmedi, sebebi de çok belliydi. Yediklerime dikkat etmiyordum. Yağlı yememem gerekiyordu, et yememem gerekiyordu. Bana bunları sonradan gittiğim aile doktoru söyledi. Onun verdiği ilaçlardan sonra kendimi biraz daha iyi hissetmeye başladım.

Şimdi bu hastalığa nasıl yakalandığımı düşündüğümü ve nasıl kendimi biraz daha iyi hissettiğimi söyleyeceğim. Bu hastalığın sebeplerinin başında düzensiz yaşamak, düzensiz yemek yemek ve düzensiz uyku geliyor. 1 gün 2 de ertesi sabah 7 de ev halkı uyanırken uyumak, gece 3 te bir ekmek yiyip 1,5 litre kola içmek gibi. Bu arada vakti zamanında çok fazla taşşak geçsem de kola içmek cidden çok zararlı. İçinde fare kanı ve taşşağı yok ama zararlı işte. Ben 2 aydır 1 yudum içmedim, günde en az 1,5 litre içen biri olarak eksikliğini hissetmiyorum, içmeseniz de olur. onun dışında üzmüyorum kendimi, siktir ettim her şeyi, benden önemli değil ya, neden üzeceksin kendini kardeşim? Benim bu hastalığa yakalanmamın sebeplerinden biri de vakti zamanında kendimi bir insan için üzmemdir. Şimdi kendime o kadar gülüyorum ki ahahaha beynimi sikeyim diyorum ama o zaman öyle bir mallık etmişim işte. Hiçbir şeye üzülmeyen bir insan olan ben o kadar duygusuz bir insan olmama rağmen bayağı üzülmüştüm. Şimdi anlıyorum ki hiçbir şey insanın kendisinden önemli değil. İnsanın sağlığından önemli bir şey yokmuş.

Onun dışında anlatsam bir sürü şey anlatabilirim ama fazla uzatmaya gerek yok. Sakin olmak, stresten uzak durmak, hiçbir şeyi dert etmemek gerek, ben de artık kedi gibi bir insanım. Son olarak diyeceğim insan kendisinin doktorudur, kimse istemediği sürece iyileşemez, ben de istedim, zamanla iyi olacağım. Saygılar, yalarım.