Wednesday, December 29, 2010

2011 Gelse de Girsek

Efendim öncelikle söylemeliyim ki yeniyıl olayının geneli boktan bir durum. Her yıl aynı şeyi yapıyoruz, aynı doğumgünleri, bayramlar, seyranlar, sevgililer günleri, altın günleri, elektrik teknisyenleri odası toplantılarında olduğu gibi. Tek elle tutulur yönü var; bu da insanları, daha doğrusu sevdiğimiz insanları bir araya topluyor ve hoş sohbetle vakit geçirmemizi, eğlenmemizi sağlıyor.

Şimdi yeniyıl hazırlıklarının, hayatımıza etkilerinden, daha doğrusu hayatımıza olumsuz etkilerinden bahsedeceğim. Öncelikli olarak, etrafta türlü türlü şaklaban noel babalar görmek benim feci şekilde canımı sıkıyor. Daha önce yarışmalarda Michael Jackson taklidi yapan insanları dövmek için toplandığımız timimizle, bu sefer de noel babaları gördüğümüz yerde tartaklamak için anlaştık, şimdi karşımıza noel babaların çıkmasını bekliyoruz. Efendim ikincisi bu hediye olayı canımı sıkıyor. Hoş ben kimseye yılbaşı hediyesi almam ama eğer bir sevgilim olsaydı ve kızların %98'inin yeterli akla sahip olmadıklarından dolayı hediye almak zorunda kalacaktık. İsmi özel kendisi sikko olan bu günlerde kız arkadaşım olmadığı için az da olsa kendimi özel hissediyorum. Bu hediye konusunda kafamı en çok kurcalayan şey de kırmızı don geyiği. Herkes kırmızı dondan bahsetmese olmayacak değil mi. Hem siz kırmızı dondan bahsedince, sevgiliniz ya da bir başkası size kırmızı don alınca sürekli sevişen biri olduğunuzu belli ediyorsunuz di mi? İşte benden size koca bir NAH. Üçüncüsü bu yılbaşı ağacı olayı tamamen saçmalık. Ağaç süsleyeceğinize bana 2 kilo portakal alın, eminim ki daha makbule geçer. Taksim fortçularına, yeniyılda tombala oynayan ruhen kendini 380 yaşında hisseden insanlara hiç girmeyeceğim bile.

Ben böyle konuşuyorum ama yeniyılın sevdiğim kısımları da var, daha fazla da olabilirdi. Kafa siken bir caddenin yerinde, sessiz sakin bir yerde triplex bir evimiz olsa ne güzel olurdu. Hafif kar yağışı altında yeniyılın gelmesini beklemek de hiç fena olmazdı. Ya da ben fazla film izledim, neyse siktir edin. Benim için yeniyılın en önemli olayı ise, yeni bir seneye hep aynı şekilde girmek. Kuzenimle hey you dinleyerek giriyoruz yeniyıla. Bu bir gelenek oldu artık, bir aksilik olmazsa da devam ettireceğim. Şimdi sen bu şarkıyı neden dinliyorsun, malita ayağımı lan göt, aa allahsız diyenler çıkabilir ama baştan söyleyeyim ki bu sadece bir gelenek. Sikko bir şey olabilir, ama napalım böyle yani. Sevgilim falan yok yani ama benden etkilenen, bana mesaj atan herkesi de sevme ihtimalim var. Bunu da unutmayın derim, tabi eğer okursanız sevgili bayanlar.

Neyse, daha fazla uzatmaya gerek yok, acısıyla tatlısıyla yenibii... Şaka lan şaka, yeniyıla da koyayım, eskiyıla da, size bir şey olmasın. Her yıl olduğu gibi bu yıl da büyük ikramiyeyi tutturacağım çeyrek biletimle, playlistimde hey you ile 2011'i bekliyorum. E artık 2011 gelse de girsek.

Monday, December 06, 2010

Kedi gibi bir insanım

3-4 aydır dünyamın, geçmişimin, yakın geleceğimin amına koyan hastalıktan bahsedeceğim. Daha ayrıntılı bilgi vermek istiyorum. 5 ay önce otobüs yolculuğu esnasında fark ettim ilk belirtilerini. 2010 yılında hala tuvaleti olmayan bir otobüste -ki bu otobüs ulusoyun bir otobüsüydü- 5 saat süreyle otobüsü sürekli durdurup, tuvalete gitme isteği belirdi içimde, fakat tuvaletimi yapmıyordum. Neyse öyle böyle geçiştirdim o zaman. Bir kaç hafta sonra evime dönüp normal hayatımı yaşamaya devam ettim. Dışarı çıktığımda aralıklarla tuvalet ihtiyacı oluyordu içimde fakat o kadar yoğun olmuyordu. Bazen kramplarla beraber sıklaşıyordu ama, otobüsten, minibüsten inip eve taksiyle gitmek zorunda kalıyordum. Fenerbahçe - Beşiktaş maçının olduğu gün Taksim'de arkadaşlarla maçı izleyecektik. Evimden 1 saat uzaklıkta bir yere gittiğim için istemeden tedirgin olmam bu hastalığın etkilerini vücudumda göstermeye başladığını gösteriyordu fakat ben o zaman bu hastalıktan bihaberdim. O gün 10 defa otobüsten inip geri dönmeye karar verdim fakat bu kararları uygulamayıp Taksim'e geldim. Maç esnasında pek bir problem olmasa da eve dönüşümde tramvayda lütfen lütfen altıma kaçırmayayım diye garip garip hareketler yapıyordum. Tramvaydan indiğimde taksiyle eve dönerken ise gayet rahattım. Neyse okulun başlamasından 1 hafta önce midem tekrar tuhaflaşmaya başladı. İshal mi olacağım falan dedim, leblebi, kola gibi şeyler yedim fakat alakası yoktu. Doktora gittim, o zamanlar yurtdışından bakterili etler gelmesi geyiği vardı. Benim de öyle bir durumla alakalı olarak rahatsız olabileceğimi söyledi. Karnımı dinlediğinde ishal olmadığımı söylüyordu. Lan sikik bunu zaten biliyordum demek istiyordum fakat demedim, yine de hastalığım hakkında bir şey söyleyemiyordu.

Daha sonra okul açıldı. Böbrek problemim ortaya çıktı. Bilen bilir, daha önce böbrek taşı ameliyatı olmuş biriyim. İlk 2 gün derslere girdim fakat tanışma geyiği olduğundan ya hocalar gelmiyordu, ya da 10 dakika sonra ders bitiyordu. Bu zamandan sonra yoğun olarak hissetmeye başladım hastalığı, okula gidemiyordum. Böbrek hastası da olduğum için böbreğime ve karnıma çok şiddetli ağrılar giriyordu. Fakat böbrekle alakalı değilmiş bu durum. Tekrar aynı doktora gittim ve bu sefer bir antibiyotik verdi. Tabi yine hiçbir sike yaramadı. Dahiliye uzmanına gitmeye karar verdim. Doktora gidip derdimi anlattığımda öntanıda dispepsi yazıyordu. Doktora gitme günüm Cuma günü olduğundan bana 10 gün sonra Pazartesi gününe ultrason verdiler. Bu 10 gün içinde internetten hastalıkla ilgili bilgi edinmeye çalıştım fakat bu sadece benim kendimi daha kötü hissetmeme sebep oldu. Siz siz olun internette yazılan her şeye inanmayın, çünkü bir insanda olan her şey sizde de olacak değil. Düşünün ben bir ara kolon kanseri olduğumu zannediyordum. Bu yüzden bir de panik bozukluk durumu çıktı bünyemde. Neyse 10 gün sonra ultrasonda bir şey olmadığını ve stres kaynaklı, kendimi bir şeye üzmemden dolayı olabileceğini düşünüp 4 ilaç ile beni eve yolladı doktor. 1 ay ilaçları kullanmama rağmen tam olarak geçmedi, sebebi de çok belliydi. Yediklerime dikkat etmiyordum. Yağlı yememem gerekiyordu, et yememem gerekiyordu. Bana bunları sonradan gittiğim aile doktoru söyledi. Onun verdiği ilaçlardan sonra kendimi biraz daha iyi hissetmeye başladım.

Şimdi bu hastalığa nasıl yakalandığımı düşündüğümü ve nasıl kendimi biraz daha iyi hissettiğimi söyleyeceğim. Bu hastalığın sebeplerinin başında düzensiz yaşamak, düzensiz yemek yemek ve düzensiz uyku geliyor. 1 gün 2 de ertesi sabah 7 de ev halkı uyanırken uyumak, gece 3 te bir ekmek yiyip 1,5 litre kola içmek gibi. Bu arada vakti zamanında çok fazla taşşak geçsem de kola içmek cidden çok zararlı. İçinde fare kanı ve taşşağı yok ama zararlı işte. Ben 2 aydır 1 yudum içmedim, günde en az 1,5 litre içen biri olarak eksikliğini hissetmiyorum, içmeseniz de olur. onun dışında üzmüyorum kendimi, siktir ettim her şeyi, benden önemli değil ya, neden üzeceksin kendini kardeşim? Benim bu hastalığa yakalanmamın sebeplerinden biri de vakti zamanında kendimi bir insan için üzmemdir. Şimdi kendime o kadar gülüyorum ki ahahaha beynimi sikeyim diyorum ama o zaman öyle bir mallık etmişim işte. Hiçbir şeye üzülmeyen bir insan olan ben o kadar duygusuz bir insan olmama rağmen bayağı üzülmüştüm. Şimdi anlıyorum ki hiçbir şey insanın kendisinden önemli değil. İnsanın sağlığından önemli bir şey yokmuş.

Onun dışında anlatsam bir sürü şey anlatabilirim ama fazla uzatmaya gerek yok. Sakin olmak, stresten uzak durmak, hiçbir şeyi dert etmemek gerek, ben de artık kedi gibi bir insanım. Son olarak diyeceğim insan kendisinin doktorudur, kimse istemediği sürece iyileşemez, ben de istedim, zamanla iyi olacağım. Saygılar, yalarım.

Monday, November 01, 2010

Huzura Doğru (%100 Çalışıyor)

Artık acayip sakinim, keyfim gıcır hamdolsun, sakin oldum ama nasıl oldum. Gerginliğimi üzerimden atmamın maddelerini sıralayayım.

1-Benim için en önemli rahatlama bu oldu, okula bir süredir gitmiyorum, bunu dert etmiyorum, eninde sonunda bitecek bir şey için kafayı yememin anlamsızlığını anladım.

2-İnsanların gerizekalılıklarını takmıyorum, banane milletin yaptığı angutluklardan amk diyorum.Sonuçta ben onların anası değilim, babası değilim, görümcesi, eltisi, kaynı hiç değilim.

3-Her türlü canlı ve cansız varlığa dilediğince küfür ediyorum.Elektrik süpürgesi, tıkanan musluk, pis bardaklar, klozet kapağı benden kısmetini bolca alıyor.

4-Dersleri siktir ettim, fiziğin anasını sikeyim diyorum.3 haftada bir defa deneye gidiyorum, vizesinden de 10 falan anca alırım.

5-Rahatlamak için maç izliyorum, futbolculara yardırıyorum. İddaa oynarken, maç izlediğimde ortam daha bir hararetli oluyor, daha sağlam küfürler ediyorum.

6-DÜNYA BAYANLAR VOLEYBOL ŞAMPİYONASI.

7-Kız olsun çamurdan olsun mantığındaki insanlarla merhabalaşmıyorum bile. Sonuçta herkesin bir midesi var, bu insanlara sadece poşet, leğen falan öneriyorum.

8-Orospu evlatlarıyla ilişiğimi kestim. Keyfimden önemli değil ya piçler.

9-Beşiktaş maçları esnasında artık sakin olmaya çalışıyorum. Tek zorlandığım kısım bu oluyor.

10-Saçım hakkında yorum yapanlara size ne lan ibneler diyorum. Kestirmiyorum, bir şey sürmüyorum, kendi halinde takılıyorlar, şeyimde değil.

11-Karı kız derdim olmadığı için 4 haftadır vücuduma jilet falan sürmüyorum. Bazen banyo yaptığım için 6 aydır çöplükte yaşayan insanlar gibi kokmamı da engelliyorum.

12-Et, kola, yağlı yiyecekler yasak olduğundan sadece sebze yiyorum. Sebzeler de bilindiği üzere sikko yiyecekler olduğundan fazla yemiyorum, böylece midem rahat, ağrı yapmıyor, keyfim bozulmuyor.

13-Annem, babam bir süredir Samsun'da. Onu ye, bunu yeme, üşütme, şunu giy, kalın giy gibi sözler duymamak beni 3 dakika aralıksız işemişim gibi rahatlatıyor.

14-Alparslan Kuytul Hoca Efendi'nin dediği gibi (bkz:http://www.youtube.com/watch?v=2UzpJkhGszQ&feature=related) "kıreyfort" suyu içiyorum. Strese birebir geliyor.

15-Boxer+atlet+çorap 3'lüsünü geri döndürdüm. Sere sere dolanıyorum evde.

Şimdilik aklıma gelen 15 madde bunlar. Rahatlamama sebep olan her şeye teşekkür ediyorum. Siz de benim yaptıklarımı yaparak acayip rahatlayabilirsiniz. Aklıma geldikçe de buraya eklemeye devam edeceğim. Sevgilerimle.

Wednesday, October 20, 2010

Adamın Canını Sıkmayın

Bir süredir hiçbir şey yazamadım, hastaydım, mide spazmı geçirmişim. Allah'ın işine karışılmaz diyorum ama dünyadaki bütün hastalıkların da ben ta amına koyayım ya. 1 aydır bütün gün evde olmaktan sıkıldım, okula gidemedim, Arka Sokaklar, Papatyam, Su Gibi, Zuhal Topal'la Dest-i İzdivaç falan ne varsa hatim ettim. Nevrim sikildi yani. Neyse ki günden güne daha iyi oluyorum. Zaten hastalığım psikolojikmiş, sinir stres yaptığımdan midem istem dışı çalışıyormuş. Vay anasını dedim, sinir streste yapmıyorum halbuse ama neden böyle oldum bilmiyorum, 2 aylık bir tedaviyle normale dönecekmişim.

Aslında neden böyle olduğumu tahmin edebiliyorum. İnsanların aralıkları, mallıkları, gerizekalı hareketleri canımı sıktı. Kendi kendime diyorum ki siktir et oğlum insanları, sana bir şey olmasın. Eskiden bu hareketlere takılı kalırdım, genelde taşşak geçmek için kafa patlatsam da canımı sıkardı işte. Artık bu sikkoluklarla uğraşmıyorum, bütün gün rahat içinde yatıyorum, sinir strese epey uzağım. Sikmişim dersini, fiziğini, deneyini, analizini, lojiğini. Canımı sıkan insanlara da artık cevap vermeyeceğim, çok yakında yazacağım aralıklar ve gerizekalılıklar konulu yazılarımı göndereceğim. Bana karşı neleri yapmamaları gerektiğini öğrensinler, beni bir daha yormasınlar.

Böbrek taşım yok, midem yakında normale dönecek, fazladan bir tane dalağım bile varmış lan. Alkol, sigara kullanmıyorum, acayip sağlıklı ve rahatım, böyle olmaya da devam edeceğim. Tek isteğim var, adamın canını sıkmasınlar yeter.

Wednesday, September 22, 2010

Usis Şekilleri

Evet bapsiler, Yıldız Erkek Üniversitesi ders seçimi programı Usis hakkında laflar hazırlamak istiyorum. Bir şey demeyeyim, sakin kalayım diyorum ama yetti artık arkadaş. Ben bu okula yılda 1530 lira vermiyor muyum? Veriyorum. Sakallı, bıyıklı, kolları maymunlar kadar kıllı kızlarla okumuyor muyum? Okuyorum. Daha neyin eziyetini çektiriyorsunuz bana. Ulan ben 1530x5 ten 7650 lirayla iddaa oynasam zengin olmuştum lan şimdiye. Zaten okul hayatımın amına koymuşsunuz, Allah'ın dağında okul yapmışsınız, nedir bana daha fazla çektirmek istediğiniz ki, beni böyle sikko bir programla baş başa bıraktınız.

Herkes bekliyordu Perşembe gecesi 12 gelsin de Usis şekillerine girelim diye. Sonradan haberimiz oldu ki Cumartesi sabahı 9 a alınmıştı ders seçimi. İyi dedim, yaparız bir şekil, gerekirse bağrıma taş basarım yine de seçerim bu dersleri dedim. Düşünün işte daha dersleri seçmeden ne kadar mala bağlamama yol açtı bu siktiğimin sistemi. Cumartesi sabahı oldu. Saat 9 sularında sistemin açıldığı haberini alan herkes "beyler karı var koşun" mantığıyla daldı sisteme. Hani derler ya "sikseler yapamazsın", işte benim durumum da aynı haldeydi; "sikseler seçemezsin" olmuştu benim için o Usis'den ders seçimleri. Bir süre geçti ve bildiğimiz gibi sistem göte geldi. Sisteme girmek bir eziyet, ders ekle/sil e girmek daha bir eziyet, dersi ekleyebilmek ise ultra eziyet. Şu cenabet sisteme küfür ederken 2 kilo verdim anasını satayım. Derslerimi sabahın 9'unda uyanıp anca 15.30 da seçebildim, halim o kadar kötüydü ki bir of çeksem karşıki dağların anasını sikerdim arkadaşlarım.(Bu arada Cuma günü 12 4 arası boşum, isteyen Davutpaşa'ya çaya, muhabbete gelebilir, tabi internet cafe ortamı gibi sadece erkekli olmaması koşuluyla.)

Ne güzeldi eskiden, Usisle, musisle uğraşmazdık. Bir Mususi vardı Bursaspor'da, "Mususi, Mususi, yağla yağla sosisi" diye tezahürat yaparlardı. Rahmetli Aids'ten gitmişti. Neyse ne alakası var amk, konumuz bu değil. Konumuz bizim böyle bir sikkolukla uğraştırılmamız. Ne güzeldi eskiden, Cuma günü son iki saat beden yapar, eve aşortmanlarla dönerdik. Hey gidi günler heey, hayat değişiyor anasını satayım, ben de bizim günlerimizi siken bu sistemin adını değiştiriyorum. "Ulan Senin İmanını Sikeyim" diyorum, görüşmek üzere.

Tuesday, September 14, 2010

Selülitli Kızlar Siplinter Usta'dan Bile Daha Çirkin

Rahata erdim göklerde bir kartal gibi uçarcasına.
Eve dönerken pandik attım bizim Utku'nun kokarcasına.
Halamgilin bana yaptığı uyarıları hiç dinlemeden,
Yola çıktım umarsızca hiç kimseyi siklemeden.

Halı aldık durup dururken indirim var diye 12 tane.
Çorum'da kırım kongo kenesi ısırmış gariban halkı yine.
3 gündür tüm sabah sürekli Cimilli İbo dinliyorum.
Pire ninemin köy yemeklerini ölü eşşek gibi buluyorum.

Masal anlattım yeğenime, dikkatlice dinledi beni.
Dayı dedi, ne ayak bu avatarındaki kedi?
Sus dedim, dünkü boksun, daha yaşın kaç, başın kaç?
Kuşun ötüyor mu diye sorarlarsa, soranlara hemen pipini aç.

Viagra, v-pills hakkında gelen mailleri hiç sevmiyorum.
Ben pastafaryanım yea diyenleri çok ibnemsi buluyorum.
Ramazan'da tek isteğim var; zenginler fakirlerin karnını doyursun.
Karacaoğlan gibi abaza değiliz ki her ilde bi manitamız olsun.

Tuesday, September 07, 2010

Arap 'Canavarlar da korkunç şeyler' -1- (+18,19 falan)

Soğuk bir Aralık ayı günüydü.Saat 23 sularında, kar giderek hızlanarak tipiye dönüşmüştü.Göz gözü görmüyordu.Sokak iki üç tane normal vatandaş dışında, kartopu oynamaya çıkan deli sikmiş insanlarla doluydu.İstanbul'da çok fazla kar yağmadığından 2 cm kar gören bütün aclar, ne zaman kar yağsa sokağa dökülür , fotoğraf çektirir ve hemen Facebook'a eklerdi.Hatta aralarından annesi babası arasında kan bağı bulunanları "bir kar tanesi" veya "BEMBEYAZ" gibi insan aklının kabullenemeyeceği fotoğraf albümleri bile açarlardı.

Etrafta birbirine şaka yapan, kıyıda köşede kardanadam yapan insanlar vardı.Her gece sokakta tek başına dolaşan Arap, bugün yine dışarı çıkmış, kapşonunun altından insanları izliyordu.Arap 19 yaşında 1.98 boyunda, 55 kilo bir gençti.Asıl adı Berkcan idi fakat ten rengi en az Sezercik'in kankası Çitlembik kadar kara olduğu için, artık herkes ona Arap diyordu.Ailesi bile onu "Arap ge oğlum, gah gah" diye çağırıyordu.O ise kendisine söylenenleri umursamadan yaşıyor, gidiyordu.İnsanlarla muhatap olmayı sevmezdi.Dostları köpekler, evi barkı sokaklardı.İnsanlarla tek diyaloğunu onları korkuturken gerçekleştirirdi.

Arap arka sokaklarda volta atarken gözüne yine bir tuhaflık çarptı.3 genç yaptıkları kardanadama hunharca tecavüz ediyordu.Daha doğrusu kardankadındı bu, göğüsleri, rujlu dudakları ve pırasadan yapılmış uzun saçları vardı.Arap bunların yaptığını uygun bulmadığı için, zavallı korumasız kardanadamın intikamını almaya karar verdi.İçtiği Sarıkız maden suyunu yere dökerken "ne boktan bir şeymiş lan bu, le cola'nın eline sikseler su dökemez" diye söyleniyordu.Tamamen boşalttığı soda şişesinin altını kırarak sinsice ilerliyordu.Arap'ın yürürken bildiği tek şey vardı.O insanlara zarar verecekti.Çok yaklaşmasına rağmen, 3 genç o kadar coşmuş, o kadar kendinden geçmişti ki Arap'ın geldiğinin farkına bile varmadılar.İkisi İstanbul Teknik, biri de Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi olan bu gençler abazalıkta çığır açmış, kedi köpeğe girişecek kadar kötü duruma gelmişlerdi.Soğuk havada büzüşen pipilerine rağmen hayvanlıklarına devam ediyorlardı.Kardanadam nefes almasa da ayakları yere değiyordu, bu bile onlar için yeterli bir sebepti.

Arap artık çok yaklaşmıştı.Öyle bir duruma geldiler ki artık Arap'ın iki metre yanlarına kadar geldiğinin farkına bile varmadılar.Arap artık ilk hamlesini yapmaya karar verdi.Arabanın arkasından çıktı ve "bööööö" diye bağırarak gençleri korkuttu.Neredeyse altlarına sıçacaklardı teknik üniversite öğrencisi bu gençler.Araptan kaçmanın imkansız olduğunu biliyorlardı.Zira Arap 100 metreyi 3 saniyede koşuyordu.Babası insan, annesi çitaydı, kendisi ise hiçbir sikime benzemiyordu.Uzun, ince, kuyruğu olan acayip bir şeydi.

Arap gençleri birbirine bağladıktan sonra, onlara eziyet etmeye başladı.Hepsini oracıkta katletti.Sabah 3 genci bulan bir vatandaş polise haber verdi.Olay yerine gelen polis dehşet verici görüntü karşısında ne yapacağını şaşırdı.Teknik üniversite öğrencisi üç genç feci şekilde katledilmişti.Çüklerinden ağaca asılarak tüm insanlara matematik mühendisleri dışında diğer tüm teknik üniversite öğrencilerinden uzak durmaları gerektiğinin mesajı verilmişti.Bu ibretlik cinayetin tüm araştırmalara rağmen faili bulunamadı ve ilçe halkı bu esrarengiz olayın açığa kavuşmamasına rağmen yaşamını sürdürmeye devam etti.

(Devamı gelebilir,hiç belli olmaz ama)

Muhittin 'O içimizden biri' -1-

Temmuz ayının ecdad siken yaz sıcağı günlerinden biriydi.Muhittin sabahın 10'unda annesi tarafından "kalk ulan iblis saat 3'e geliyor" diye uyandırılmıştı.Sinirliydi ama yapacak bir şey yoktu.Kalkmak istiyordu, bir sorunu vardı fakat.Çadırkent Belediyesi'nin katkılarından dolayı bir süre yatağından kalkamıyordu.Düşünmek, neden, neden böyle bir yaşama katlanmak zorundayım gibi sözlerle hayatı sorgulamak istese de çok geçmeden "amaaan sikerim" diyip, geğirerek yatağından fırladı.Yolda umarsızca göbeğini kaşıyor, yeni inmiş çadırının çakozlanmaması için yan yan ve eğilerek yürüyordu.Banyoya gitti, parmağının ucuyla gözlerini ıslatıp işemesini de bitirdikten sonra salona çıktı."Beni neden bu kadar erken uyandırdınız lan" diye söylenirken, babası onu rızıkların erken dağıtıldığı için erken kalkması gerektiği konusunda uyardı.Hak verdi babasına, kuşluk vaktinden sonra uyumanın büyük günah olduğunu o da biliyordu çünkü.

Kumandayı kapıp koltuğuna oturdu.Televizyonda Ruhat Mengi ile Her Açıdan açıktı. Bu ne amk diyerek hemen Show Tv'yi açtı.En sevdiği program başlıyordu.Pazar Sürprizi'nde Seyhan bu hafta Kibariye'nin konuğuydu. Birlikte Kibariye'nin mükemmel evini gezdikten, Kibariye'nin baaçesindeki çiçecikleri gürdükten sunra salonda oturmaya başladılar.Kibariye tam bu sırada 70 milyona çok acı bir haber verdi."Abe Seyancım Alla nasip etmedi de, ikinci bebeğimi kaybettim beya" dedi.Tam bu sırada, programın en heyecanlı yerinde reklama girmesi de Muhittin'e ikinci bir şok yaşattı.Türk Hava Yolları'nın ooo ooo Türkler uçuyor reklamı ise Muhittin'in sinirlerini tamamen germişti."Eaah sikerim lan böyle hayatı, ben içeri gidiyorum" dedi.Annesi ise ona "söylenme ahlaksız köpek, daha markete gideceğiz, bir sürü indirim var yine" dedi.Muhittin'in yan bastığının kanıtıydı bu söz.Başını öne eğdi, yavaşça yürüdüüü, yürüdü...

(Devamı gelecek bir ara)

Mevzu ne güzel şey, güzel şey mevzu

Samsun'daki akşamlarımdan biriydi.Çok fazla yemek yediğim için dışarı çıkmaya karar vermiştik.Yokuş aşağı inerken Samsun'un sikkoluklarından, insanların Samsun'u nasıl böyle sikerttiklerinden bahsediyorduk.Suratımdaki taşak tüyleri gibi uzamış tüyleri keserken yarro jilet yüzünden yüzümü doğradığım için, karı kız kesesim de yoktu hani.

İnsanları incelemeyi seviyordum.Gittiğim her yerde yaptığım bir şeydi bu.O akşamı da insanların birbirine karşı davranışlarını gözlemlemeye ayırdım.Gözlemlerim sonucu ortak bir kanıya vardım.İnsanlar bir şey istiyordu, mevzu istiyordu.Kimisi mevzuyu çıkarmak, kimisi ise bir olay çıksa da alsak çekirdeğimizi izlesek hallerindeydi.Böyle bir konuda yazarken ben bile gaza geliyorum.Kaşlarımı çatarak, burnumun tek deliğinden nefes alarak yazıyorum, acayip triplere giriyorum yani.O insanların halini, nasıl bir psikoloji içinde olduklarını anlayabilmek bir hayli güç oluyor işte.

Neyse en piyasa caddeye geldik.Etraf alterno tiplerle doluydu.Elindeki telefonun müziğini açmış yürüyen, zırto gibi giyinmiş dallamalar fink atıyordu ortalıklarda.Bense insanlarda hala aynı şeyi görüyordum, insanlar mevzu istiyordu.Biraz dolaştıktan sonra gidip bir yere oturduk.Dışarıda masa boşalana kadar içeri gelip tala oynayalım dedik.Sıkıcı geçen tavlayı nihayet dışarıda masa boşalınca bitirdik.Ben çok kültürlü, Zeytinburnu'nun aristokrat kesiminden olduğum için hemen gazetelerin spor sayfalarına ve at yarışı eklerine göz atarken, kuzenim de insanlar hakkında yorum yapıyordu.Şu gelen magandaya baksana dedi bana.Baktığımda gerçek bir maganda olduğu, ülkenin yetiştirdiği en kaliteli müzisyenin Çılgın Sedat olduğu gerçeği kadar netti.İki dakika geçti ve ilk kıvılcımlar atılmaya başladı.Üç kişinin sakinleştirmeye çalıştığı eleman "la bana öyle gadaşımlı madaşımlı gonuşmasın" diye bağırıyordu.İnsanlar artık iyice gaza gelmişti.Yukarıdan üç kişi "la senin amıa gorum" sesleriyle aşağı doğru koşmaya başladı.Olan o anda oldu.İki metre önümde sekiz kişi birbirine girdi.İşte tüm halkın beklentisi gerçekleşti, mevzu sonunda çıktı.Bir süre birbirlerine saldırdıktan sonra polis geldi ve olay bitti.

Herkesin, hatta benim de çoğu zaman istediğim şeylerdi bunlar.Ve beklediğim gibi gerçekleşti de.Bir kavga olsa da izlesem derim hep.İşte insanların hayattan beklentisi bu.Mevzu olsun da ne olursa olsun.Bol mevzulara.

ŞehirlerARAsı Otobüsler

Çoğumuzun başına otobüslerde ilginç olaylar gelmiştir.İlginç olaylar derken yanlış anlaşılmasın, fortçuluktan falan bahsetmiyorum.Zira söz konusu olan otobüsler, şehirlerarası olanlar.Bu otobüslerde her türlü garipliği görebiliriz."Poşet getirin,poşet kusucam" diye bağırırken hayvan gibi kusanları mı diyeyim, "babaaaa çişim geldi" diyip otobüsü zırt pırt durduran piç veledi mi, yoksa Zampara Seyfettin misali 3 dakikada bir şey isteyip muavinin kafasını siken ibne yolcuyu mu?

Neyse bunlar bilindiği üzere klişe olaylar.Ben şimdi geçen hafta Samsun'a giderken başıma gelen otobüs ilginçliğinden bahsedeceğim.Eşyaları bagaja koymak için bekliyorduk.Tam bu esnada otobüslerde görebileceğim en dram anı yaşadım.Herkesin çantasını koyduğu bagaja, çamaşır makinasını koymak isteyen bir abi hemen dikkatimi çekti.İnsanlar ne düşünür bilemem ama bana göre dünyanın en zeki ve en aklı başında insanıydı o abim.Kendisi Samsun'da hiç çamaşır makinası olmadığını düşündüğü gibi makinayı otobüsle götürmeyi düşünebilecek kadar mega bir insandı.Benim bundan sonra bir şey diyesim gelmiyor. Çünkü bu kadar saçma, yazı yazmama sebebiyet verecek kadar ilginç olmayacak."Mal gibi o kadar okuduk", "senin kafanı sikeyim emi", "özet geç piç" gibi sözler duyacağımı biliyorum.Onun için başka bir şey demek istemiyorum. İnsanın bu abiden sonra pek fazla şey söyleyesi de gelmiyor zaten.

Bayan yanı istememe rağmen, kuzen yanında gitme zorunluluğum olduğundan teknik üniversiteli hallerimden ve lanetinden burada da kurtulamadım.Gerçi kuzenimle gitmemin yan koltuktaki +45 teyze ile gitmekten daha eğlenceli olduğu kesindi.Bu konuda gerçekten bir şey yapılmalı.Gerekirse daha pahalı olsa da otobüslerde güzel kız yanı diye 3-5 koltuk olmalı.Yolculuklarda bir sürü zorluk çıkıyor, bari oradan dengeleyelim, değil mi?Arkada gideceği yeri sürekli geçtiğini iddia eden, üzülüp ağlayan teyze ve sarı kola isteyen ufaklıklar da yolculuğun diğer ilginç enstantanelerindendi.

Dönüşte de başıma gelen ilginçlikleri yazmak isterdim tabiki ama değil bayan yanı, yılan yanı olsa bile otobüsle gelmeyi düşünmüyorum.Yanımda Kibariye olsa bile gelmem, o derece diyorum, anlayın artık halimi..

Wednesday, July 14, 2010

Ucundan azıcık

Merhaba arkadaşlar.Benim anlamadığım bir şey var; ameliyat öncesi ve sonrası insanların içinde beliren şaka yapma isteği.Ailenden, arkadaşına, doktorundan, hemşiresine herkeste takıntı haline gelmiş bir garipliktir bu.Benin elime şu an böyle bir ilginçlik yapma fırsatı gelmediği için, sizlere sadece başıma gelenleri anlatacağım.Geçse belki ben de yaparım ama şu an için bu konuda içimde olan isyanları yazıyorum.

İki ameliyat geçti başımdan.Bunlardan ilki lise sonun başındayken olduğum burun ameliyatıydı.Basketbol oynarken kırılan burnumun 3-4 farklı doktora gittikten sonra ameliyat edilmesine karar verildi.Benim de başıma ilginçlikler bu zamandan sonra gelmeye başladı.Neyse ameliyathaneye alındığımda, -bilmeyenler için çok soğuk bir yer- bir titreme geldi içime.Ameliyat masasına yattığım an ise isyanım cereyan etmeye başladı.Hemşireler ve diğer sağlık görevlileri pişkince yüzüme sırıtıp, " üşüyorsun ama merak etme ısınırsın", "korkma acımayacak", "sinek ısırmış kadar acır ehehe" diyerek taşak geçmeye başlamıştı bile.Ameliyattan sonra ise burunda tampon olduğundan, insanlar "her şeyi ağızdan alıyorsun di mi", "sadece ağzına veriyorlar yani hahaha" esprileriyle bu olaylarına devam etmişlerdi.Böyle diyenlere malesef cevap veremiyorsunuz, sadece küfür etmekle yetiniyorsunuz.Normal hayata döndükten sonra ise "vayt naber lan estetikli güzel" diye dalga geçiyorlar sürekli.Burun ameliyatı söz konusuysa estetik olmamışsanız bile size estetikli muamelesi yaparlar.Aynı şekilde estetik ameliyat olanların çoğu da yok benim nefes almamda problem vardı gibi yalanlar söyleyip, estetik olduklarını kabul etmezler.Bu konu hakkında yazımı ise daha sonra yayınlayacağım.Burun ameliyatının en uyuz şakası ise "bahayım la bahayım düzelmiş mi" diyerek insanın burnuna hayvanlar gibi müdahale edilmesidir.Bu konuda şimdilik söyleyeceklerim bu kadar.

İkinci ameliyatım ise lisenin bittiği yaz olduğum böbrek taşı ameliyatıydı.Ameliyat öncesinde tanıdıklarınız yine "taş mı yuttun lan", "inşaat mısın olum sen haha" gibi birbirinden gerizekalı espriler yaparlar.Ameliyat sırasında ve sonrasında ise sağlık görevlileri onları hiç aratmaz.Bıyıklı bir abi gelip, kişneyerek "sünnet mi" diyebilir.Evet üreter sistemi ameliyatlarında artık söylenmesi farz olan şeylerden biridir sünnet mi oluyorsun demek."Ucundan azıcık" ve "hanimiş bakayım erkek mi oluyormuş bizimki" sözleri de diğer evreleridir bu muhabbetlerin.Bu ameliyatlarda sonda denilen serçe parmağına yakın kalınlıkta bir zamazingo takıldığından dolayı belli bir süre ağrı yapar.Giydiğiniz şeyi kaldırarak gezersiniz.Etrafınızdakiler size yine sünnetli diyip, "sana da bir sünnet hediyesi alalım", "altın takalım altın eheh" falan derler takalımı vurgulayarak.Bunlar en azından benim başıma gelenler."Sünnetli naber len", "ufaklık nasıl lan", "seninki şimdi kalkmıyor mu" ya da "kalkınca acıyor mu lan" gibi bir sürü soru gelir insanlardan.Belki de çektiğiniz acılardan daha lanet ötesi sorulardır bunlar.

Toparlamak gerekirse, Türk milleti olduğumuzdan, hepimizin içinde böyle şakalar yapma isteği olmasını normal karşılıyorum.Belki benim de bir yakınım aynı durumda olsa, ben de ona "naber len çüksüz" der, onla dalga geçerim.Fakat her ne kadar normal karşılasam da bunlar yapılmaması gereken hareketlerdir.İnsanın canını sıkmaktan ve küfür yemekten başka bir şeye yol açmaz.Onun için diyeceklerim, eğer başınıza böyle bir durum gelirse böyle ibnelerden uzak durun.O ibnelere de şu an diyeceğim şey ise; "gelin lan göstereyim bakayım, kalkıyor muymuş" olur.

Sunday, July 11, 2010

Sıkıldık artık yeter

Merhaba arkadaşlar, ilk yazıyı yayınlamaya karar verdim.Muhtemelen hayatımda söyleyeceğim, yazacağım tek ciddi şey bu olacak.Bir süre düşündüm acaba ilk hangi yazıyı yayınlasam diye, sonrasında 4-5 ay önce gözlemlerim sonrası ettiğim isyan hakkında yazdığım, hepimizin başına gelen veya gelmesi muhtemel olan bu durumu yazayım dedim.Birçok insanın başına ilişkilerinde can sıkıcı durumlar gelmiştir.Bunların çoğunda da klişe olaylar çıkmıştır karşınıza.Benim başıma gelmedi, benim böyle şeylerle işim olmaz, ben delikanlı adamım, böyle kolpalıklarla işim olmaz diyebilirsiniz.Normal demeniz çünkü kolpalıktır bu, ibneliktir hatta, haklısınızdır.Benim de başıma gelmedi zaten, söyleyeceklerim arkadaşlarımın falan anlattıkları, aşka meşke inanacak kadar aklımı yemedim henüz.Bana bir getirisi olmayan, sadece anlık mutluluklar yaşatabilecek, eninde sonunda ayrılacağım insana neden bağlanayım değil mi?Şimdi duygusuz, sen aşktan ne anlarsın falan diyebilirsiniz, kendinizce haklı olabilirsiniz ama benim de bakış açım bu.Benim ne kendi gelişimime katkı sağlar, ne fikirlerimi geliştirir, ne de bana insanların ortak tek amacı olan 'para'yı getirir.Zengin sevgili bulan muhteşem insanları burada tenzih ederim ve sadece onlara saygı duyarım.Dediğim gibi, insana bir getirisi olmadığı gibi huzur, sağlık, sıhhat, herbir şeyi de götürür insandan.En önemlisi de insanların dürüstlüğünü alıp götürür insanın içinden.

Şimdi isyan edeceğim noktalara geleyim.En yakın dostlarımdan birinin başına geldi bu klişe durum, "sorun sende değil bende" olayı.Kaç yıllık birliktelikleri bu şekilde bitti arkadaşımızın.O an sen bilirsin dedim arkadaşıma, hiçbir şey diyemedim de diyebilirim, yapacak bir şey yoktu çünkü onun yanında olmak dışında."İleride senin üzülmemen için ayrılmamız gerek" denilen arkadaşım da oldu.Ona da diyecek bir şey yoktu, yine kıvırtarak bırakıp gitmişti pek sevgili sevgilisi."Biz evlencez olum, kaç yıl oldu la, seviyoruz birbirimizi" diyen arkadaşım da "sen daha iyilerine layıksın" sözüyle terkedildi.Yok ben seni istemiyorum diyen insan da duydum.Her ne kadar o an arkadaşıma gaz verip, evini basalım, babasını dövelim, köşede kıstıralım, amına koyalım onun gibi sözler de etsem aralarında hak verebileceğim tek kişi oydu. En azından dürüsttü, kıvırmadan söylemişti, ibnelik etse de gevşek değildi.Bir de "sorun sende değil bende" diyip o kişiye "ben sen yokken daha mutluydum" diyen insan çıktı karşıma.Denilen insan, bana benden yakın bir insandı, diyen insan ise belki ondan da yakındı bir zamanlar.Her şeyin atlatılacağı gibi bu da atlatıldı ama geri dönüşü olmayan bir yola sürükledi o iki insanı,yalandı çünkü ve de tüm yalanların sonucunun her şeyi bok etmesi gibi o söz de aralarındaki her şeyi bok etti.Bu da bir uydurmaydı, hem de hepsinden daha büyük bir uydurma.Diğerlerinde olduğu gibi dürüstlüğü alıp götürüverdi insanın içinden.

Neyse olayın daha fazla bokunu çıkartmaya lüzum yok arkadaşlar.Söylemek istediğimi az çok anladınız.Benim söylemek istediklerim belki de çoğumuzun söylemek istedikleri.Sıkıldık artık böyle saçma sapan nedenlerden.Neden dolandırıyorsunuz olanları, neden sikko sikko bahanelerle karşılarına çıkıyorsunuz insanların, dürüst olmak bu kadar zor bir şey mi?Değil..İyi de olsan kötü de olsan dürüst ol gel canımı ye be kardeşim.Kararlı ol, kıvırmadan git yüzüne söyle.Aksi taktirde sana söyleyeceğim tek söz kalıyor.Yalanını sikeyim senin.