Friday, January 28, 2011

Eskiden bir sürü gerizekalı arkadaşım vardı

Gerizekalı arkadaşlarım oldu benim. Bir sürü hem de. Daha doğrusu arkadaş değildi de tanıdıktı bunlar. Çünkü bu çok bilinen bir şeydir ki benim gerizekalı arkadaşım olmaz. Onun için fazla arkadaşım yok.(Aslında var)

İlkokula gitmeden anlamıştım bir sürü gerizekalı arkadaşımın olduğunu. Anneleriyle bize gelen veletler her zaman canımı sıkmıştır. Çünkü bu piçler hep ya oyunuma, ya oyuncağıma, ya da başka bir şeyime yancı olurlardı. Gitmek de istemezlerdi. O zaman da çok umursamazdım. Siktir olup gitmeleri için onlarla hiç ilgilenmememe(meme) rağmen adeta evi, odayı babalarının malı gibi bellerlerdi. Anneleri X hadi oğlum eve gel artık dediklerinde, koltukların altlarına saklanırlardı. O pisliğin, o tozun arasına nasıl girdiklerine her zaman hayret ederdim. Resmen hepsi beynini aldırmış gibi davranırdı.

Mahalle arkadaşlarım vardı. Hepsi birbirinden gerizekalıydı. Şimdi diyeceksiniz herkese gerizekalı diyorsun da sen çok mu akıllısın? Akıllıyım tabi yarrağım.(Bunu sadece yukarıdaki cümleyi düşünenlere diyorum) Sonuçta Zeytinburnu'nda yaşıyorum. Burada aklı az insan sayısı haddinden fazla. Mahalle arkadaşlarımla sadece futbol, misket oynamak için muhattap olurdum. Çünkü çoğu boş adamdı. Bazılarını bazen görüyorum, bir baltaya sap olamamış boş beleş adamlar hala. Tamam ben de çok boş şeyler yapıyordum ama en azından bunun bilincindeydim.

İlkokuldan beri hala iletişimde olduğum ahbablarım var. Çünkü gerçekten kaliteli insanlar. Hepsi birer Kadir İnanır kalenderliğinde delikanlı adamlar. Ama dediğim gibi bu insanların sayısı az. Çünkü çoğu zaman gerizekalı, yalancı, şerefsiz, piç tanıdıklarım oldu benim. Tamam şimdi kimseden Ercan klaslığında biri olmasını beklemiyorum ama yani az da olsa işe yarar olmak gerek.

Neyse bir süredir bir şey yazasım gelmiyor zaten, kısa tutacağım yazıyı. Yazıyı bir Zeytinburnu tekerlemesi ile bitireceğim.

Zeytinburnu çocuğuyuz,
Piskopatın Allahıyız.
Alem duysun, kral biziz,
Gırtlakları biz keseriz.
Elimizde sopalarla,
Belimizde kasatura.
İşte geldik, biz burdayız.
Ananızın amındayız.

Hoşçakalın.

Saturday, January 22, 2011

Yaşlı gibi davranmak

Son zamanlarda yapmaktan çok zevk aldığım bir şey var. Bunu yapmam spontane bir olay mı yoksa bilerek mi yapıyorum tam bilmiyorum. Yaşlı gibi davranıyorum. Çok yaşlı değil ama. 35, hadi zorlasan 40. Cumartesi sabahı(bu sabah) saat 9'da Beşiktaş'a sınava gitmiştim. Evet böyle bir okulum var malesef. 20 dakika süren saçma sapan bir sınav için boşu boşuna o kadar yol tepmiş oldum. Neyse dönerken otobüse bindim okulun önünden metrobüse binmek için.(Bu son cümle önemsiz, düz bir şey)

Metrobüse binerken, 2 tane piç velet 45-50 yaşlarındaki bir adamın önüne atladılar. Adam da bana dönüp "binmemize bile izin vermiyorlar" dedi. Bu cümleyi duyduktan sonra 35 yaşındakiler gibi davranma hormonlarım beni tetiklemeye başladı. Saygı kalmamış saygı, şimdiki gençlerde hep böyle, biz zamanımızda beklerdik, önce yaşlılar bitsin diye bir cümle kurdum.(Yalan tabi) Onlara yardım ederdik, araçlara binerken.(Ben bile inanamadım, nasıl bi yalan söylemişim.) Böyle cümleler kurmaya adeta bayılıyorum.(Bayılmıyorum)

Bu sadece bir örnek. Böyle davranmayı çok seviyorum. 25 yaşındaki adamlara gidip "bilader şu adrese nasıl gidebilirim" gibi cümleler kurmayı da aynı derece seviyorum. Eskiden buralar böyle değildi, biz küçükken buralar hep gecekonduydu gibi sözlerle de bu davranışlarımı pekiştiriyorum. En sevdiğim de bakkallara, kahvelere, girip zaten 30 yaşındaymışım gibi olan kalın sesimle "selamun aleyküm" demek.(Bilerek yapmıyorum, normalde öyle)

Yaşlı gibi davranınca yaşlı olunca da acaba böyle mi olurum diye düşündüm. Sonra vazgeçtim, çünkü radyoyu açmıştım. 21.yüzyılda hala radyo mu dinliyorsun diye sormayın, abim mp3 player'ımı kaybetti. Radyoda Nadide Sultan'dan "vuslata beş kala ellerin olmuşun haaain" çalıyordu. Güldüm. Aklıma 105 Nadide olayı gelmişti çünkü. Yaşlı diyordum, yaşlı gibi olsam, yani yaşlanınca nasıl olurdum? Tahminime göre çocukların çükünü sıkıp zorla İstiklal marşı'nın söyleten, kamışa su yürüdü mü la, kuş ötüyor mu gibi cümleler söyleyen biri olurdum.(Hayal etmesi bile süper) Emin değilim. Nasıl biri olurdum sorusuna tam yanıt veremesem de, nasıl biri olmazdım sorusuna net olarak cevap verebilirdim. Babam gibi olmazdım ben. Çünkü o derece sonsuz kafa sikiciliğe sahip biri olmam imkansız bir şey. Olamam yani olmak istesem de. Bir de alttaki insanlar gibi olamam. Bu kadar tuhaf olacağımı da zannetmiyorum.



Son sözüm de yaşlılara. Yaşlı olun ama insanları rehin almayın. Gidin kelime oyunu, canlı para gibi poroğramlar izleyin.(Evet poroğram değil, program bravo sana bunu düşünen insan) Gerçekten yaşlıların yapacağı en makul şeyler bu dediklerim. He bi de viagra kullanmayın, çok fındık, ceviz yemeyin. Küçüklerimin gözlerinden, büyüklerimin ellerinden öperim. Görüşmek üzere dostlarım.

Friday, January 21, 2011

Reflü (Doktor Gozüynen ve Karabük şiveli başlığıynan)

Reflü hastalığından çekmeyen bir insan bulduğum gün o insana marketten yarım ekmek arası(kaşar+salam) bir şeyler söyleyeceğim. Hani artık moda oldu bu hastalık. Boğazım yanıyor, adeta göğsüme pıçak saplıyorlar, sanki yemek borumdan aşağı işiyorlar gibi çokca cümle duyar oldum. Haklılar da. Gerçi fazla bir olayı yok bu reflünün. Artık DÜZ bir hastalık.

-Neyin var?
+Reflü yeaa
-Uff sktir(Bunu hep ben derim)

Yani abartmaya lüzum yok. Uzun zamandır yaptığım araştırmalar ve İsviçreli Bilimadamları'ndan edindiğim bilgilerle bu hastalığın temel sebebini buldum. Evet artık işi büyüttüm ve sağlık sektörüne de girdim. Kanal D'deki Doktorum adlı program gibiyim tek başıma. Evet şimdi açıklıyorum. Reflü'nün asıl sebebi Kola içmek sevgili dostlarım. Nedeni ise çok belli. Kolada bulunan fare taşşağı özütü. Siz siz olun içmeyin şu mereti. Sonra yav sankim beni sikiyler gibi tepkiler vermeniz işten bile olmaz, benden söylemesi. Gidin sahlep için, turşu suyu için ama kola içmeyin.

Böyle diyince de ilkokul yıllarım geldi aklıma. Okul önlerinde sahlepler, turşu suları, midyeler, Adana buzlu bici bici tatlıları falan. Öğretmenlerimiz "onları hep sümüklü elleriyle yapıyorlar, ayaklarıyla yapıyorlar" gibi sözlerle bizleri yememeye teşvik etse de yerdik hep. Asıl vitamini o sümüklerde, ayak pisliklerindeydi hem, değil mi? Daha fazla hüzünlenmeden yazıyı bitireyim. Sağ üstteki anketi de oylayın lan bir zahmet, elinize yapışmaz. Sevgiler çiçeklerim.

Thursday, January 20, 2011

Hüzünlü Bir Papatya Gibi

Öncelikle demek istiyorum ki ahahahahaha. Benden böyle sik gibi başlıklı bir yazı beklemek saçma olurdu tabiki. Böyle diyince de kırmızı başlıklı kız bir gün ormanda diye masal anlatasım geldi ama beğenmiyorum o masalı. Bana hitap etmiyor.

Başlıkla sizleri tufalara getirmek istedim. Bir dahaki yazının başlığını da kelebeğin minik ömrü gibi saçma sapan bir şey yapmayı düşünüyorum. Neyse karın guruldaması konusunda muzdaribim. Hayvanoğlu hayvanlar gibi yemek yesem dahi malesef karnım gurulduyor. Karnım da değil aslında midem. Yakında bağımsızlığını ilan edip The Huseyin Bakan's Mide Experience diye grup kurmasını bekliyorum. Gerçi bu benim pek umrumda değil, eşşeğin sikine kadar siktir olup gidebilir ama beni gerçekten zor durumda bırakıyor imanızayıf. Olur olmaz yerlerde insanların bana acıyan gözlerle bakmalarını tuhaf karşılıyorum artık. "Yaa benim mide hastalığım var, aç değilim ben yeni yemek yedim" gibi cümleler kursam da kendi aralarında beni doyurmak için para topladıklarını düşünmüyor değilim.

Bugün okula gittim sınav var diye. Sınav olmadı sadece yoklama aldılar. Oh be sınav yokmuş mu desem(bi bok bilmiyordum gerçekten), yoksa ya madem sınav yapmayacaktınız bok mu vardı getirdiniz adamı buraya desem diye muallakta kaldım. İsmimin okunup, sınıftan çıktıktan sonra amaan ya banane diyip evimin yolunu tuttum.

Eve gelen misafirler birleşse mahalleden bir muhtar adayını çok rahat muhtar yaparlar. Yani buna artık eminim. Bakıyorum evde ne var lan, insanlar neden geliyor bize diye. Bir bok da yok. Gelenlerin hepsi de zaten yaşlı kadın. 2,3 kız gelse belki ben de mala bağlamayacağım ama gelmiyorlar işte. Sebebini düşünüyorum ve yaklaşık 7.5 saniye sonra beynimde cevabını buluyorum. Burası Zeytinburnu, niye kız gelsin değil mi?

Neyse Dr.Skull dinleyin, gerçekten süper grup. Sevgilerle.

Tuesday, January 18, 2011

Sensiz bir Hong Konglu gibiyim adeta.(Şiğirli)

Uzun zaman oldu aylardır sensizim.
Bütün gün poker oynasam da olmuyor sensiz.
Sokakta, markette, camekanlarda
Sanki seni görüyorum her defasında.

Midem bana çok götlük yaptı son zamanlarda.
Sebebi çok belli, içtiğim fare kanlı kola.
Sen dahil hiçbir şey yiyemiyorum.
Sadece patates, tavuk, pilav bir de yumurta.

Ankara havaları bile senin kadar hoşuma gitmiyor.
Canımdan bir parçasın adeta, içim eriyor.
Elimde olduğun günleri de elbet göreceğim.
Tavuk dönerden bile güzel, bitanemsin çiğ köfte.

Wednesday, January 12, 2011

Uzay Yolculuğu

Hakkında pek bir şey yazmayı düşünmüyorum açıkçası. Geçen yine saçma sapan muhabbetlerimizden birinde geçen bir durumdan bahsedeceğim sadece. Uzaya gitmeyi ister misin, yok efendim ben aya basmak isterim gibi cümleler dolaşıyordu ortalıkta. Öncelikle uzaya gitmek istemeyen insanın aklından şüphe ederim. UZAY lan bu, tabiki de gidilmek istenen bir yer olacak. Neyse biz de zaten bu konuda hemfikirdik. Uzaya geri dönmeme pahasına bile gitmeyi isteyeceğini söylüyordu kuzenim. Ben de konu hakkında bir şeyler söylüyordum, ta ki abimin söylediklerine kadar.

-Oğlum düşünsenize lan. Uzaya gittim, sonra geri döndüm dünyaya. Bütün kızlar kapıma toplanır, bana vermek için can atarlar lan aah aaah.

Bu yüzden uzaya gidin, iyidir. Dönün, çok daha iyidir.

Saturday, January 08, 2011

Karı gibi uzatma şu saçlarını

Şu hayatımda çektiğim nadir çilelerden biri saç kestirmek. Çok uzun zamandır saç kestiriyorum(20 seneden çok oldu) ve saçlarımı kestirmem sonrasında bir kez olsun mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Hep derdim lise bitsin üniversitede saçlarımı kestirmeyeceğim 4 sene boyunca.(Evet bu gerizekalıca bir düşünceydi) Ama kestirdim her defasında. Gerçi liseyi bitireli 3 yıl oldu, bende bu süre içinde topu topu 3 kere kestirdim saçlarımı. Senede bir kere kestirip, hem paradan tasarruf yapıyorum, hem de saçlarımı belli bir oranda uzatıyorum. Sonra sırf uzaktan görenler metalci, rockçı, hapçı sanmasın diye kestiriveriyorum. Uzun saçın festival ortamlarında falan çok büyük gideri oluyor ama bir sürü saçma sapan insanın olduğu yerlerde de yer almak istemiyorum artık. (Bkz.Foça Rock Tatili) (Bkz.Unirock)

Dünyada henüz tanışmadığım bir insan türü var. Bu tür saçlarını kestirdikten sonra "heh abi ya tam istediğim gibi oldu" diyen insan. Yok yani tanışmadım böyle biriyle. Genelde anasını sktiminin çocuğu ya yine bok gibi kesmiş benzerinde cümleler duydum.(Bilhassa abimden) Ben de tabi hiç bir defa hoşnut olmadım kesilen saçlarımdan. Abi üstlerden biraz al, yanlardan da al abi, üstler uzun kaçtı biraz daha al oralardan diye diye Rocky filminde, Apollo Creed'i döverek öldüren Ivan Drago'nun saçları gibi oldu her zaman saçlarım. 21 yaşna girmeme rağmen adeta Tenten gibi dolaşmaktan sıkıldım ama işte bu zamanlarda elden bir şey gelmiyor.



Saçlarımı bu sefer uzatmaya karar vermedim. Ama bu değil ki uzatmayacağım. 2008,2009,2010 ve 2011 de saçlarımı sadece birer defa kestirmiş oldum. Bakalım 2011 de bu sayıyı 2 ye veya daha fazlaya çıkarabilecek miyim. Merakla bekliyoruz. Hani sizin şeyinizde değil, tamam biliyorum da annem, babam bekliyor en azından. (Karı gibi uzatma şu saçlarını, git kestir sözleri kulağımda çınlıyor şu an). Hep birlikte zamanla göreceğiz. Sevgilerle.

Friday, January 07, 2011

Joy Division vs Etkin

Etkin - Heves mi sandın

http://www.youtube.com/watch?v=vxhBM7RzQgA

öncelikle bu şarkının anısı var. Samsun'da bir arabacı(traş köpüğü, jilet vb satıyordu) abinin dinlediğini duymuştum. Hüzün çöker üstüme bu şarkıyı her duyduğumda ama pek uzun sürmez. Uzmanlara göre 7 saniye falan anca. İlginçtir ki insanlar arasında pek kabul görmez bu şarkı. Bunda ben klipte Etkin'in giydiği beyaz çorapların etkisinin bir hayli fazla olduğunu düşünüyorum.

Joy Division - Love will tear us apart

http://www.youtube.com/watch?v=qHYOXyy1ToI

öncelikle bu şarkının bir anısı falan yok. Hani bi Mustafa Topaloğlu - Haram Olasun Haram değil benim gözümde. Ama gideri olduğunu kabul etmeliyim. Bunun en büyük nedeni de bence şarkıyı Joy Division'ın söylemesi.(O kadar cover diye başlayıp kafamı sikmeyin lütfen.) Hani Etkin çıksa söylese Love will tear us apart'ı, bu kadar sükse yapmaz. Bu arada Joy Division bu şarkıyla ne kadar ekmek çıkarmıştır tahmin bile edemiyorum. Etkin için üst paragrafta ne geçerliyse Joy için de tam tersi geçerlidir. Hani bu adam çıkıp Atilla Taş'tan Hamçökelek'i söylese bile çok ciddi şekilde dinlenir. Aynı şekilde Heves mi sandın'ı Joy Division söylese yapılacak olumlu yorumları şu an bile düşünemiyorum. Ama bana deseler haksız mı bu kadar insan diye laf edemem. Çünkü adam çok ciddi bir şekilde hisli birisi.


Tekken 2 oynasam bile, bu zamanlarda kendimi acayip hissederim

Son günlerde mala bağladım iyice. Bunu da yazılardan farkediyor olmanız gayet muhtemel zaten. Garip garip şarkılar dinlenip hüzünleniyorum. Size tuhaf gelebilir ama ben Metin Şentürk'ten Maymun Gözünü Açtı'yı dinlerken mükemmel içleniyorum. Evet mükemmel içlenmeyi son zamanlarda epey yapıyorum. Bunun büyük bir sebebi de antredeki buzdolabını her açtığımda bulduğum piknik pisküğülerinin tükenmiş olması. Bırakayım bütün duygusallığı diyorum, oturup kitabımı okuyup bilinçli bir birey olayım ama distorşını duydum mu derin bir nefes alıp(aslında pek derin değil) vazgeçiyorum. Kendi kendime vayt Metanika mı dinliyon la gibi sözler sarfetsem de bu uzun sürmüyor, hemen bırakıyorum yani böyle demeyi.

Şarkının bir Tankard şarkısı olduğunu anlıyorum. Bilindiği üzere bu Tankard elemanları ekmek arası bira içecek kadar fazla derecede bira içen insanlar. Hasan abinin birahaneye yüklü bir meblağ da borçları olduğu dilden dile dolaşıyor. Konserlerden pek para kazanmıyorlar mı acep diye düşünsem de amaaan diyorum, çok da sikimde. Fakat bira diyince, bu aralar yukarıda anlattığım üzere hassas olmam sebebiyle bünye alkol istiyor. Yalnız türlü türlü ibne hastalıklar peşimi bırakmadığından alkol kullanmam yasak. Arkadaşlarımın "abi be hadi bu akşam içmeğa gidelim" önerilerini her daim "ilaç kullanıyorum yea" diyerek geri çeviriyorum. Malesef Zeytinburnu sahilindeki alemlere de katılamıyorum. Fakat sonunda nalet ederek alkol yasağını şartlı olarak kaldırdım. Sadece kolonya içiyorum bu günlerde. Kolonya içen kör oluyormuş ama ya dediğinizi de duyar gibiyim ama saçmalamayın lütfen. Bunları yazabildiğime göre kör falan olmuyormuş insan demek ki. Hem boğaziçi kolonyalarından içiyorum, kaliteli yani. Öyle atmık gibi olan kolonyalardan içsen zaten kör olursun kardeşim.



Neyse bugün ağır saçmaladım zaten. Çarli'deki Afakan gibiyim adeta. Ödevi de yapamadık, bakalım artık kaç dersten kalacağım, ilerleyen zamanlarda göreceğim bunu. En iyisi biraz gülsuyu içip yatmam. İyi geceler.

Neşe katın neşemize Kurabiye

Küçükken çok büyük gudiklikler peşindeydim her çocuğun yaptığı gibi. Şimdi de farklı olduğum söylenemez gerçi. O zaman aralarından en acayibi muhtemelen "Kurabiye" adlı programı izlememdi diye düşünüyorum. Pazar sabahları erken kalktığım ve televizyonun başına geçtiğim yıllarda öncelikle Silvester'ın çıkmasını beklerdim. En sevdiğim çizgi filmlerden biriydi Silvester. Bir de Dark Wing Duck, Tusubasa, Voltran falan vardı ama Varyemez Amca'yı falan sevmiyordum. Hele Heidi falan bana sonraki yıllarda yayınlanan beybileyt saçmalığı gibi geliyordu. Neyse Silvester falan bunlar, Kanal D Çocuk Kulübü diye bir programda yayınlanırdı. Programı teenliğin getirilerini yavaş yavaş gösteren bir kızcağız sunuyordu. Evet Yıldız Abla'ydı kendisi. Ben ona abla demiyordum gerçi, oradaki kuklalar öyle diyorlardı.



Şimdiki fotoğraflarını ise koymuyorum. Yüreğinizi hoplatmak istemiyorum durduk yere. Gelelim programa. Evet sanırım 90'lı yıllarda yapılan en gereksiz şeydi. Hatta Birkaç İyi Adam'dan bile daha saçmaydı diyebilirim program için, düşünün ne kadar saçmaymış. Programa insanlar resim falan yolluyorlardı. Ben de acaba nü tablolar yapıp yollasam mı diye garip fikirlere kapılmıştım fakat yollamamıştım tabi. Çünkü bilinçli bir bireydim.

Neşe katın neşemize kurabiye
Neşe katın neşemize kurabiye
Şarkı, masal, eğlence, kurabiye

Evet şarkısından da anlayacağımız gibi ne kadar gereksiz bir program olduğu ortada a dostlar. Napayım ama izliyordum gönül bu, engel tanımıyordu. Her ne kadar, bu kız Keloğlan'ın kızı diye söylentiler dolaşsa da kulağımı tıkıyordum ben bunlara. Gerçi Keloğlan lan diyip acaba ne yapsam, Hbb'yi açıp Robocop'u izlesem diye muallakta kalıyordum ama vazgeçemiyordum programdan. İlerleyen zamanlardaki cevheri 10 yaşında bile görüyordum. Sanırım ilerigörüşlülük özelliğim o zamanlardan kaynaklanıyor.

Elimde daha capsler falan ama uzatmayayım, sonuçta kazanan her zaman Kanal D oluyordu, çünkü programda Yıldız vardı.(Bu arada capsler denmez diyen ilk kişiye haşgerya ısmarlayacağım, haberi olsun.) Hepinize hoşçakalın diliyorum. Ama yine de Hbb iyi tivi, iyi tivi Hbb.

Pavyon gibi, değil gibi

Bir süredir salona çıktığımda kendimi garip hissediyorum. Sebebi ise epey bir saçma. Salonda yanıp sönen spotu görünce tuhaf oluyorum. Kendimi Yonca Evcimik klibinde dans eden insanlar gibi hissediyorum. Bunun ışığın yanıp sönmesiyle salonun bir pavyon edasına bürünmesiyle açıklıyorum kendi kendime. Böyle epey, yadsınamaz, bilhassa, hakiki gibi kelimeler kullanınca kendimi bir şey hissetmiyorum desem yalan söylemiş olurum dostlarım.



İşte bunun sürekli yanıp sönenini düşünün. Neyse ki ışığın rengi kırmızı değil de evde direk dansı yapasım gelmiyor. Gelse çok kötü olurdu hani. Karşı apartmanlardan izlenmem çok net bir şekilde söz konusu olurdu. Kendimi çok bedbaht hissederdim.. Evet bedbaht diyerek de kendimi eski zamanlarda hissettim yine. Bir an için Üçüncü Selim'in sırtına kese atan tellak olduğumu hayal ettim lakin akabinde bunun mantığa aykırı bir şey olduğunu düşünerek vazgeçtim.

Bu arada siz siz olun Vadideki Zambak denen kitabı okumayın. Çok sikko bir kitap çünkü. Hani ödev olmasa okumayacağım, hatta kitabın üzerinde öyle oynamalara gideceğim ki sayfaların açılması bile imkansız olacak. Öyle öfkeliyim bu kitaba. 93 sayfa boyunca hiçbir bok, hiçbir entrika olmadı. O kadar bekliyorum Felix, çok net bir milf olan Kontes'e fişeklesin diye ama olmuyor işte. Vampirli kitaplar kadar sevmedim bu kitabı. Vadi denince aklıma hemen gelen Kurtlar Vadisi'ni izlemek varken tam bir leş gibi Vadideki Zambak'ı okumak bana ciddi anlamda koyuyor. Siz siz olun böyle bir hataya düşmeyin arkadaşlar. Sevgilerle.

Thursday, January 06, 2011

Aaa piçe bak ne kadar da tatlı




Merhaba sevgili dostlarım. Öncelikle çok sevinçliyim, yarın abim geliyor. Uff böyle diyince de koyden abim gelliyor(karabüklü şivesiyle) dediğimi hissettim bi an kötü oldum da neyse bu zaten pek önemli değil.

Bugünkü olayım çocuklar. Çocukları oldum olası pek sevmem, daha doğrusu çocukların çoğunu Hacı Gaffur'un(Kaygısızlar'ın Kanal 6 da yayınlanan bölümlerindeki) soyundan gelen iğrenç bebeler olarak gördüğümden dolayı sevmiyorum. Yoksa sevimli bir çocuk gördün mü, selamın aleyki yiğenim deyip yanaklarından bir makas almayı da çok iyi bilirim. Zaten ortamda sevimli bir çocuk varsa genelde bunun etrafına üşüşmüş güzel kızlar olur, yani bir nevi ekmek kapısıdır sevimli çocuklar.

Henüz 2 yaşında bir yiğenim var. Telaşlanmayın, sizi ondan bile kıskanmıyorum. Garip bir vatandaş kendisi. 2 yaşından gün alalı 2 aydan fazla olmasına rağmen(normalde gün alma olayına girenlere küfür etsem de burada nedense kullanayım dedim) henüz konuşamıyor. Daha doğrusu anne, baba, dede, anani gibi sözler söylüyor sadece, gerizekalı değil yani çok şükür. Bir de bana, yani dayısına didi diyor. Kendimi Amerika sokaklarında hey yu madafaka diye gezen zenciler gibi hissediyorum öyle diyince. Didi ne lan, dayı diyeceksin desem de malesef kendisi beni anlamıyor. Garipsiyorum durumu. Lakin ben onun insanları anlamadığını değil de anlamak istemediğini düşünüyorum. Çünkü kendisi bir erkeğin ömür boyu yapması gerektiği en önemli şeyi yapıyor. KEDİLERİ SEVİYOR. İnsanlara kedileri gösterip gülüyor. Umuyorum ki ilerleyen zamanlarında kedilerle fotoğraf çektirip ekmek çıkardığı günleri de göreceğim.

Neyse yiğenini, çocuğunu her yerde anlatan denyolar gibi davranmayacağım. Sadece çocuklarla muhattap olmam konusundaki çocuk genelde o olduğundan hakkında bilgi verdim. Bu arada çok bilinçli bir dayı olduğumu da hatırlatmadan geçemeyeceğim. Sayemde 2 yaşında iddaa ve ganyan bayiine ilk adımını attı. Monitörden maç takip eden insanlarla az da olsa vakit geçirdi. Bu onun hayatı boyunca unutamayacağı bir şey olsa gerek. Annesi, babası yapmaz bu yaptıklarımı. Sayemde market arabalarında az gezmedi. Gerçi aramızda mutualist bir ilişki var. Ben onu gezdiriyorum, bu sayede de ay canım ne tatlı kardeşin mi gibi sorular soran bayanlarla muhattap oluyorum. Hayır dayısıyım ben diyerek de karizmamı doruk noktalarına çıkarıyorum. Ama şu ana kadar net bir ekmek çıkmadı kendisinden. Biraz büyümesi sonrası ortamların müdavimi 2 delikanlı olarak ortalığın tozunu attırmamamız içinse hiçbir sebep yok, bunu da belirteyim.

Çocukların olumlu yönlerinden sonra, şimdi kendilerini sevmememi sağlamalarından bahsedeceğim. Öncelikle otobüslerde ağlayan piç veletlere acayib şekilde sinir oluyorum.(Acayib değil, acayip dediğinizi duyar gibiyim ama neyse cevab vermek istemiyorum buna.) Sulukuleli olduğu net bir şekilde belli olan çocukların, "ay canım ne şeker şeysin" diye sevilmesi de çocuklara karşı bir nefret duygusu uyandırıyor içimde malesef. Aslında ben iyi biriyim ama anlayacağınız gibi insanlar beni bu hale getiriyor.

Neyse bu aralar zaten çok fazla şey yazıyorum, fazla uzatmayacağım. Yarın bir sürü işim de var. Dediğim gibi çocukları sevin ama annesi dünyalı, babası Neptünlü gibi görünen bir çocuğu sevmeyin. Özellikle bunu kızlar dikkate almalı. Yazının başında örneğini gösterdiğim çocukları sevmeyin bayanlar, beni sevin daha iyi. Hatta çok daha iyi. Kendinize iyi bakın, hoşçakalın.

Wednesday, January 05, 2011

Geçen yine otobüste kitap okumuyorum...

Dikkatimi bir şey çekiyor dostlar, toplu taşıma araçlarında kitap okuyan insanlar. Araştırmacı gazeteci Sadettin Teksoy'dan öğrendiğim yöntemlerle bu insanları uzun süredir gözlemliyorum. Gözlemlerim sonucunda bu insanların neden böyle bir alışkanlık edindiğini net bir şekilde çözdüm. Evet, tahmin ettiğiniz gibi çoğunun asıl amacı ekmek çıkarmak. Siz bunun hakkında ne dersiniz bilemem fakat ben anlayamıyorum kardeşim bunu. Nasıl bir akla sahipsiniz ki otobüste kitap okumaktan ekmek bekliyorsunuz. Emin olun hiçbir kız, off şuna bak otobüste kitap okuyor, öyleyse ben buna hemen vermeliyim diye düşünmüyor. Yani bu kızı götürme olasılığınız, 6 yaşındaki bir çocuğun baba olma ihtimali kadar. Boşuna uğraşıyorsunuz kardeşim.

Bir de okuduğunuz kitaplara dikkat ediyorum. Neymiş efendim, yok vampirin çükünün esrarengiz sonu, yok efendim göldeki adamın taşşağını piranalar mı yedi. Öncelikle söylemeliyim vampirlere oldum olası uyuz olmuşumdur. Bunda abimin küçükken vampirlerin Kazlıçeşme tren istasyonunun orada yaşadıklarını söyleyerek, beni korkutmasının büyük etkisi var. Neyse siktir edelim burayı, vampirmiş, kanmış, vahşetmiş, ölümmüş, yahu arkadaşım derdiniz ne sizin? Niçin böyle anlamsız kitaplar okuyorsunuz? Ölsem bile anlayamayacağım bunu. Bir de bakıyorum, böyle cins kitapları okuyan insanlar genelde kan görüp bayılan, yaaa hayvanlar kesilmesin diyen, beslediği muhabbet kuşu öldüğünde 4 ay yas tutacak bünyeye sahip insanlar. Yani diyeceğim hem yolunuz yanlış, hem de okuduğunuz kitaplar saçma. Zeytinburnu veya Ateştuğla otobüsünde, Sirkeci - Halkalı banliyo tren hattında böyle kitaplar okumanızın size hiçbir getirisi olmaz. Tabi insanlardan şuna bak şuna amına goduğumun enteli gibi sözler duymak dışında. -ki ben burada adama hak veririm-

Bir de yemek yerken, ders çalışırken kitap okuyan insanlar var. Evet malesef benim de böyle bir arkadaşım var. Bunlar konusunda söyleyeceğim şey ise, bu insanların yukarıda anlattığım insanlardan kat kat daha tehlikeli olmaları. Böyle bir insanla tanışırsanız mümkün oldukça ondan kaçmaya çalışın, onu kendinizden soğutun, hatta irtibatınızı kesin. İddaa bayiinde monitörden maç takip eden insanlardan bile daha zararlı bu insanlar. Ne kadar çabuk kurtulursanız o kadar iyidir sizin için.

Kitabın ekmek konusunda ciddi bir gideri olduğunu ben de biliyorum, fakat okunduğu yerin çok yanlış olduğunu da net bir şekilde söylüyorum. Bırakın otobüste, metroda kitap okumayı. Zaten böyle bir şey mantıklı olsa, ben bunu çoktan yapardım. Ekmek çıkaramayacağınız daha başından belli, gidin kitap fuarına, kitabevlerine, oranın gideri gayet fazla. Yazının genelinde bahsettiğim insanın mentalitesinde 1(yalnızca bir işte amk) insanı bile hayata döndürürsem ne mutlu bana. Sevgiler.

Sunday, January 02, 2011

Otobiyografim

13 Eylül 1990 - Dünyaya geldim.
*
13 Eylül 1991
*
13 Eylül 1992
*
13 Eylül 1993
*
13 Eylül 1994
*
13 Eylül 1995
*
13 Eylül 1996
*
13 Eylül 1997 - Okula başladım.(Anaokulunu saymıyorum ama o fasulyeydi oyuncak moyuncak)
*
13 Eylül 1998
*
13 Eylül 1999 - Bugün 5.8 şiddetinde deprem olmuştu.
*
13 Eylül 2000
*
13 Eylül 2001
*
13 Eylül 2002
*
13 Eylül 2003
*
13 Eylül 2004
*
13 Eylül 2005
*
13 Eylül 2006
*
13 Eylül 2007
*
13 Eylül 2008
*
13 Eylül 2009
*
13 Eylül 2010
*
13 Eylül 2011 - Kısmetse 21'i bitirip, 22 yaşına gireceğim.


Bu kadar...